Paylaş
Bilimkurgu filmlerini izlemeyi çok severdim ta ki bir bilimkurgu senaryosunun içine hapsolana kadar. 2011 yapımı “Contagion” isimli filmi izlediğimde çok sıkılmış, “aman ne saçma bir film” demiştim. Hoş, şuan yaşadıklarımız için de hissiyatım aynı. Saçma. Saçma ama gerçek. Bu günleri atlatacak olursak hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını, geride kaldıklarını biliyorum.
Bu olağanüstü dönem hepimizin aynı anda girdiği bir sınav. Bu dönemde ne gerçek karakterlerimizden ne “mış gibi”lerden kaçabiliriz. Senaryolar bitti, şimdi gerçek kimlikler kazanacak. Etrafımda olup bitenleri, insanların olaylara verdiği tepkileri izliyorum. Şimdi vicdanlar, sağduyular ayakta. Bu dönemde tüm sınıflar, sınırlar keskinleşti ama bir yandan anlamsızlaştı. Herkes içini dinliyor. Kiminin içi hırstan köpürüyor, “Bu dönemi nasıl kazançlı atlatırım?” hesapları yapıyor. Toplumların kaybettiği dönemde kazanç harcanamayacak paralar mı acaba? Bir kısmımız ikinci, üçüncü bir ev alma, biriktirme, ihtiyaçtan fazlasına sahip olma duygusunun anlamsızlığını kavradı. Bir kısım ise, dünya yok olsa, geriye kalanları kendisine stoklama derdinde. Sevdiklerin ölürken 5 öğün yemek yeme, sofra kurma iştahın olacak mı ki? Bu dönemin sonunda “mülkiyet” yerini “paylaşım”a bırakırsa, “biriktirme” yerini “ihtiyacım kadar” kavramına ve de… Belki bu dönemden çoklukla çıkarız.
İlk günler ilginç, keyifli, keşif gibiydi. Hiç de konuşmadığın insanlar tarafından aranıyorsun. Eskide kalmış ne varsa “ben burdayım” telaşında. Bu eski flörtlerin pörtlemesi, sizi merak etmesi anlamlı geliyor mu bilemiyorum ama ben, bir de çevirdiğim sayfaları yeniden okumayı aklımın ucundan geçirmiyorum. Yıllardır görüşmediğin arkadaşlar mı dersin, aynı okuldan mezun olduğun arada bir karşılaştığın meslektaşlar mı dersin… Gerçekten birbirimize bu kadar düşkün müydük, yalnızlık korkusu mu bu? Uzaktan çalışabildiğim bir işim olduğundan yeni bir dünya değil evden çalışabilmek. Ancak esnek çalışma saati kavramım bu kesitte genişlememişti. Akşam 8’de niye görüntülü konferans görüşmesi yapmamız gerektiğini çözemiyorum doğrusu. Teknolojinin tüm faydalarından yararlanarak her platformdan görüntülü “meetup”lar. İtiraf etmem gerekirse, beni ayakta tutuyor bu yoğunluk. Sadece üstte gömlek, altta pijama kısmına alışamamış idim, en son ondan da vazgeçtim. Geçen gün saçımı yapmak bile aklımdan çıkmış idi.
Evimde böylesine vakit geçirdiğim olmamıştı. Oturmadığım tek bir köşe yok. Temizlemediğim tek bir nokta… Gökyüzünü izlemediğim tek bir pencere köşesi kalmadı. Herkes çılgınca dizi izliyor. Ben 15 yeni diziye 5 filme başladım, hiç birinin 15. dakikasını göremedim. Okuyamadığım kitaplarımın çoğuna yüreğim 10.sayfaya kadar dayanıyor. Ne mi yapıyorum? Koltuğun köşesine geçip gökyüzünü izliyorum saatlerce sessizliğin içinde. Var olan koşullarda endişelendiğim çokça şey var. Kendi hayatımda batmadan akıntıda gitmek yetmiyor, sevdiğim kim varsa onlara nasıl yardımcı olabilirim hesapları yapıyorum. Kirasını ödeyebilecek mi, kredisini ödeyemezse kaç ay bölüşebiliriz gibi aynı gemide olduğumu hissettiğim kim varsa tek bilanço düşünmekteyim. Eczaneye gidince hepimiz için alışveriş yapıyorum örneğin. Ulaşamadıklarıma, bağışıklık kuvvetlendirici olarak bulduğum ilaçların fotoğraflarını çekip gönderiyorum ki alabilsinler. Her okuduğum şeyi paylaşma konusunda çırpınıyorum nedense. Komik olan herşeye de beraber gülelim istiyorum. Tükeneceksek beraber tükeniriz, yaşarken omuz omuza kalalım yeter. Zor dönemler, ki asla unutulmaz bu dönemler, hep sızı bırakır. Bilirim ki insan her şeyi unutur, en ihtiyacı olduğu zor zamanında yanında olmayanı aklını kaybetse unutmaz. İnsan bazen derin denizlerde değil, sığ sularda çırpınır. İnanmayı tercih ettiği tüm doğrular birer yanlışa dönüşür. Bu sınavların hepsi birer delilik halidir. Ve şuan yaşadığımız delilik tek kişilik değildir.
Diyeceğim o ki; görecek günlerimiz var ise beraber çıkacağız yarınlara. Yok ise benden de selam söyleyin göreceğiniz yarınlara. Ben yalnızlığı severim sanırdım. Bu “tek”liği sevmedim. Duvarları sevmedim. Sessizliği sevmedim. Sahip olduğuma inandığım şeylerin yokluklarını sevmedim. Cevaplarını bulamadığım soruları sevmedim. Yaşadığımız onca şeyden sonra bu kurguda sıkışmayı sevmedim. Bu kurguya yalnız yakalanmış olmayı sevmedim.
Son olarak bir de, sarılmayı özledim.
Söyleyeceklerim bu kadar.