Paylaş
Bazı anlar var. Hiç karşınızdaki insanın gözlerine bakarken, siz olmayan bir sizden bahsedildiği oldu mu? Kendinizi nasıl oldu da böyle tanıttığınızı düşündünüz mü?
Geriye saralım o zaman. Tanışma anı. Flu gerçekten. Tanışmak bence karşıdakine ilk anlam yüklediğin andır. Elini sıkıp en az üç kez aynı insanla tanıştığınız olmadı mı farklı toplantılarda ve çevrelerde? Oysa tanışmak takdim değil de karakterin ilk fark ediliş, ilk paylaşım anı olmalı. İşte bu ilk paylaşım anıyla tanımaya ve tanışmaya çalışıyor insan işteş olarak. Bazen de işteş yürümüyor işler. Karşıdakinin algıladığınız kadarısınız diye bir söz var. Gerçekten de öyle. Belki de bu yüzden sosyal mecralarda kendimize biçtiğimiz karakterlerle kendimizi anlatmaya çalışmamız. Çeşitli kimlikler oluşturduğumuz yadsınamaz elbet.
Kim olduğunuza göre giyiniyor, sohbet ediyor, var oluyorsunuz. Tanıştıkça duvarların tuğlaları bir bir iniyor. Sonra karşıda sesini duyduğun kimsenin silüeti beliriyor. Ama bazen tam tersi olur biliyor musunuz? Bazı açık yürekli, cesur insanlar duvarsız gezer. Kendi halinde, kendi gibi algılanmak için. Düşündüğünü söyler, hissettiğini yaşar, kendinden bilir, kendine gelir hep. Bu insanlar darbeye açıktır ancak darbenin yaşamın bir parçası olduğunu bilir. Hani incinir ruhu, elbet kırılır düşüncesi. Ama köklüdür, kimliği çoktan toprağa tutunmuştur. O yüzden depremler yıkmaz tuğlalarını, hep ayakta kalır kökten gelmedikçe darbe. Rüzgar gibidir olumsuzluklar, yapraklarını kımıldatır. Bazen bir iki yaprak düşer. İşte bu insanlar hakkaniyetlidir. Yine de… evet yine de bir şeyler ters gidebilir. İster tuğlaları indir, ister köklerinle tutun. Sen o tablonun manzarası değilsindir.
Öyle ya da böyle. Bir gün karşınıza biri geçer. Sizi kendi değerleri ile yargılar. Sizi kendi bakış açısıyla yoğurur, mayalar, siz olmayan birini çıkartır. Bu siz olmayan birini tanır, siz olmayan sizi eleştirir, siz olmayan sizden vazgeçer, siz olmayan sizi kabul eder ve hayatına dahil eder. Siz bile kim olduğunuza şaşarsınız.
Ne garip değil mi? Lunaparktaki aynalar gibi. Birinde şişman, birinde zayıf, birinde yüzlerce prizmada dağılan yüzünüz, birinde yarım duruşunuz, birinde baş aşağı oluşunuz. Gerçek bir aynaya bakmayı özlüyor insan. Bir ihtimal daha var. O da görmemek için aynaları kırmak ve arkanı dönüp gitmek.
One Comment
Fulya Özduran said:
25 Ekim 2016, 00:54
Blogdaki tüm yazılarını okudum Ece’ciğim. Gönülden kutluyorum seni.Hepsi birbirinden güzel. Özellikle bu yazındaki “duvarsız insanları” çok güzel anlatmışsın..Yaptığın diğer işler gibi bu da çok başarılı ve gurur verici..Sevgiler.