İki ana kavram:var oluş ve yok oluş. Var olmak sevgiyle mümkün. Sevgi üzerine kurulu. Neşe, kahkaha, aşk, huzur, barış hep sevgiye dair. Ve yok oluş ölüm. Korku. Kaçış. Ölüm soğuk. Ölüm mutsuz. Ölüm kimliksiz. Eğer varsa…
Korkularımızdan ördüğümüz bir dünyadayız. Çoğumuz cesaretle korkularıyla yüzleşmiyor bile. En masum çocukluk kırılganlığı en azılı kabusa dönüyor da insan yine de o güne dönüp küçücük bir yüzleşme ve affı kendine çok görüyor. Oysa o güne dönse, kendisiyle dalga geçilen veya önemsenmediği, dışlandığı, yaptığı o küçük hatayı yalanlarla örtüp kaçmaya ve unutmaya başladığı o ana. O gün kendisine yaklaşsa ve başını okşasa. Dese ki “boşver biz hep varız” herşey bitecek. Herşey varoluşa dönecek.
En büyük korkularımız nedir? Başarısız olmak, beğenilmemek, görmezden gelinmek, farkedilmek ya da. Neye dair korkularımız? Dinlediğimiz hüzün, duyguları isimlendirmelerimiz, takıntılarımız, başka başka dünyaların hislerini umursamayışımız, anlamlandıramayaşımız, önemsiz ve etkisiz kabul etmemiz neye dair? Keşif insanın kendi evreninde bir bulunma çabası. Bir o kadar huzurlu kendine varmak. Bir merkeze doğru hareket etmek.
Platonik aşkların bir kaçış olduğunu biliyor muydunuz? Giden bir sevgiliyi, ölen birini tutmak, onu bu dünyada yaşatmaya dair verilen sözler, gidene bağlılık bir kendinden kaçış hali. Platonik aşıklar kendilerine yakıştıramazlar gerçek sevgiyi. El ele tutuşmak yeterince sıcak değil, kalbin derinlikleri yeterince yumuşak ve şeffaf olamaz. Değersiz hissetme sendromundandır. Değersizlik hissi insanı asla gelmeyeceğe aşık ederek kendini huzura vardırır. Ne gelecek temalı, kalabalık ne dün birliktelik doludur. Yalnız kalmayı herşeye karşı göğüslemek bir güçlü duruş şekli gibidir. Kendine bu haliyle aşık olur ama değer yine de atfedemez. Bu nedenle platoniklerin hayalleri de hep yalnız hep anlaşılmayı umursamaz. Duvarlı camdan bir dünya. Kendini bir kez sevse, kendisine bir kez değer verse hayatına giren kimseyi cezalandırmaz ve değer görmeyi kabullenir. Ama değerli olduğunu kabul etmesi gerçek bir değersizlik anıyla hesaplaşma gerektirir. Platonikler kendilerini sevmeyi reddederler. Saçma bir inanış narsizmi, kimi zaman yepyeni kimlik yaratma mücadelesi ile ortamları ve insanları değişir ama kökleriyle bağlanamazlar.
Kimileri ise hep sever. Herkesi sever. Herkeste bir dokunuş, bir yarın arar. Tanıştığı her insan yakını, dostu, sevdalısı, kalbi, canı olur bir anda. Neden bu kadar verme gönüllüsüdür ki bir durup düşünmez. Kalbini hunharca açar, hunharca davranılır oturur ağlar ama ders almaz. Sonra yeniden ve yeniden ve yeniden dener. Sevgi açlığı ve dolmayan boşluk hep arayışta tutar onu. O küçük çocuğuyla bir yüzleşse, kendisini bu kadar sağdan sola ittirmemesini isteyecektir içindeki küçük. Canı acıyordur özensizlikten, ihtiyacı olansa önce kendidir. Kendinden saçmadan, kendini açmaya giden sakin ve yavaş gidilmesi gereken bir yol. Koşmak ve tüketmenin kaybolmak olduğu bir yol.
Bazıları sevgi açlığını yemek yiyerek doldurur. Çoğunlukla ne istediğini ve aradığı sevgi ve huzuru bulamamanın sonucudur obezite. Duygusal yeme bozukluğu insanın kendisini sevmekten ve sevgiyi dışarda aradığı her an boğazına bir lokma olarak yapışır. Kimi zaman lokmanın yeri başarı narsizmi ile dolup taşar. Sevilmeyi taktir edilmekle yer değiştirmek ister. Ama yer değiştirmek patolonu hırka niyetine giymeye benzer.
Bazen insan korkar. Panik ataklar yaşar. Oysa bir an yüzleşse kendisine koyduğu kurallar ve sancılarla. Kuralları nereye yaklaşmamak ve kendisini neden uzak tutarak korumak istediğini bir anlasa. Asıl kimliğini görüp onu sarsa hiçbir şey zor olmaz.
Ve insan ne zamanki kendi korkularını tanır. Ne zamanki zayıf erkek, sert erkek, aşk dolu kadın, seksi kadın yanılgılarını atar kafadan ve sadece kendince yaşar kendini severek. O zmn ölüm yokolur. Korkular gider. Hep varlıkta, hep anda, hep sevgide kalır.