Şikayet etmek gündelik hayatımızın bir parçası. Hiç farkettiniz mi? Sabah uyanırken bir çoğumuz “yine mi sabah oldu” şikayeti ile güne başlıyoruz. Bir sonraki adımımız trafikte söylenmek. Sonra da çay ya da kahve alırken sıra beklediğimiz için söylenmek. Asansör beklerken söylenmek… Maillerimizi açtığımızda yoğun bir günün stresli ortamında söylenmek ve şikayetle geçen günün sonunda evimize vardığımızda yaptığımız şey yine ve yine söylenmek. Şikayet ettikçe de sanki mutsuz bir hayatımız varmış hissine kapılmıyor musunuz? Şikayet, daha iyinin beklentisi ile gelmiyor mu? Peki düşünün bakalım, en son ne zaman bir şey ürettiniz? Gerçek, elle tutulur bir şey?

Her şeyi tüketmeye o kadar alıştık ki. Kahvemizi dışardan alıp içiyoruz. Sabah yataktan kalkmak bile işkenceyken evimiz kahve kokusuna hasret. Müzik pek tabi güne başlarken tam bir lüks olurdu, çılgınca diş fırçalayıp bir yandan çorap giyinmeye çalışırken. İşyerinde soluk bile almıyoruz, işlerimiz üretim değil mi? Sorun bakalım kendinize. Var olan döngüye kendinizden bir ekleme yaparak ne zaman bir fark yarattınız? Ne zamandan beri bir zinciri kırmak adına herhangi bir mücadele vermiyorsunuz ve sadece var olan bir raporlamayı yetiştirmeye çalışıyor, krediyi çıkarıyor, reklam metnini talep doğrultusunda yazıyor, markayı beğenmeyerek şekillendiriyor, yazılımı kodluyorsunuz. Kendinizden kattığınız, fark yarattığınız tek bir hamle olmaksızın geçirdiğiniz kaç yüzüncü gündesiniz? İşinizden çıktınız eve geliyorsunuz. Yine sipariş vermek yerine ne zaman güzel sıcacık bir yemek yaptınız? Sadece kendiniz için değil mesela. Sevdiğiniz bir arkadaşınızı çağırdınız mı? İki kelam laf ettiniz mi? Öyle rastoran kenarlarında şarap keyfi, boğazda rakı muhabbeti fotoğraflı sosyal medyalı paylaşımlardan bahsetmiyorum. Mesela elinizde kumanda sıkıntıdan patlamaktan şikayet etmek yerine sokağınızı izlediniz mi hiç? Sizin sokağınızdan da geçiyor mu kağıt toplayan çocuklar? Sokak köpeklerinizin bir çetesi var mı biliyor musunuz? Esnafınızı tanıyor musunuz? Durun tahmin edeyim. Siz rahat etmek için havuzlu, yürüyüş parkurlu, güvenlikli, o güzel sitelerden birinde oturuyorsunuz. Durun yine tahmin edeyim. Orada oturmak için bilmem ne kadar kira veya kredi ödüyorsunuz, bu parayı ödemek için sabahtan akşama kadar öyle canınız çıkıyor ki akşam sadece ayağınızı uzatıp kumanda-parmak koordinasyon hareketi yapmak istiyorsunuz. Yok öyle şey. Kalkıp eşinizle el ele tutuşacak, o televizyonu kapatacak, burunlarınız üşürken yürüyecek ve günün stresini anlatacaksınız birbirinize. Sahi siz birbirinizi de tüketir oldunuz değil mi? Eve gelen kadına yaptırılan yemekler veya siparişler, yorgunluktan yan yana telefonla oynamalar, uykuya dalmalar. Zaten konuşsanız, stresten tartışma, iyi gitmeyen hayatlar, şikayetler nedeni ile söylenmeler… Ne zaman birbirinize masaj yaptınız, birbirinize sarılarak sizi o çok sinirlendiren toplantıyı anlatıp eşinizin komik yorumlarına gülerek kanepede uyuyakaldınız. Ne zaman sırf özel bir gün olduğu için ısmarlama hediye almak zorunluluğu yerine öyle içinizden geldiği için bir atkı ördünüz, çok istediği bir formayı hediye ettiniz, çok istediği bir maça kankasıyla gitmesi için bilet aldınız, en sevdiği kitabı nefret bile etseniz birlikte okudunuz? Hep bekliyoruz. Hep bize bir şey yapılmasını bekliyoruz. Her şey, ama her şey karşılıklı.Tü-ke-tim.

 

Bir zamanlar cep telefonuna ihtiyacımız yoktu malum. Sonra cep telefonunun çok önemli bir ihtiyacımız olduğunu anladık. İnternet dünyamıza girdi, internetin ihtiyacımız olduğunu anladık. İnternet cep telefonuna indi, cepten dünyaya bağlanmanın önemini keşfettik. Facebook, twitter, instagram ile sosyal medyanın ve kişisel markalaşma ile tanınmanın önemini gördük ve bilinmenin farkındalığını hissettik, herşeyimiz bilinmeden yaşayamaz olduk. Mesela pizza ben ilkokula başladığımda bilmediğim birşeydi, ninja turtles hayatıma girdiğimde splinter usta ve kaplumbağalar her pizza siparişi verdiğinde annemden pizza ister olmuştum meraktan. Sanırım doksanlarda pizza ülkemizde frenchise olarak yerleşti, bu da önemli bir alışkanlığımız oldu. Yani anlayacağınız daha önce tanımlayamayacağımız bir çok şeyi keşfedip sonra bu tüketimi kabullenip alışkanlık haline getiriyoruz. Hayatımızın bir yerine üretimi koyup, üretimi de alışkanlık haline getirmeliyiz.

 

Nedir üretim? Akşam sokağını izleyip sokağındaki açını, tokunu, eksiğini, fazlalığını farketmendir. Kırılan dalı sarman, susuz ağacı sulaman, köpeğe-kediye su koyabilmendir. Bayatlayan ekmeğini çöpe atmak yerine, tost yapıp, maya yapıp hamur yapıp yenıden pişirip o kağıt toplayan çocuklara verebilmendir. Etrafındaki dünyada açı- toku farkedip paylaşabilmendir. Kendine bir tabak yemek aldığında, sana selpak satan çocuğa para sıkıştırmak veya azarlamak yerine bir çorba alabilmendir. Açım diye dilenen bir kadın ve yanında beş çocuğa zavallı gibi bakmak yerine 2-3 tane çikilotayı verip birilerinin onları dilendirmesinden rant elde etmelerine imkan vermeden sırf o çocuklar bir an mutlu olsunlar diye küçük bir mutluluğu paylaşabilmendir. Yağmurlu bir günde şemsiyenin altına, ıslanan bir akranını davet edebilmendir. Evde giyinmediğin kıyafetlerini ihtiyacı olanlarla paylaşman, ihtiyacın olmayanı almaman demektir. El emeği bir atkı örmen, bir resim yapman, bir yemek yapman, kış gelirken kışlık konserve hazırlaman, reçel, turşu yapman, organik yaşama dönmen, doğaya teşekkür etmen ve doğaya yeniden vermeye başlaman demektir. Her tüketimin için yeniden ekmen, daha az kirletmen, daha az çöp çıkarman, daha az tüketmen demektir. Eve geldiğinde evde mutluluk üretmekle başlamalısın. Huzur üretmekle. Sevgi üretmekle. Sonra o eve sadakat gelecek. O eve özlem gelecek. Sonra çember genişleyecek ve üretim zinciri genişleyecek. Akıllı telefonlar gibi vazgeçemeyeceğimiz bir alışkanlık olacak gülümsemek ve sevmek. Ne zamanki şikayet etmekten vazgeçeceğiz, ne zamanki alışkanlıklarımız tüketimden üretime geçecek. Biz de mutluğu hayatımızın vazgeçilmez bir parçası haline getireceğiz. Parayla satılmıyor biliyorum. Pazarlanamıyor o yüzden. Ama mutluluğu bir çok insanın depresyon ilaçları ile edinmeye çalıştığını söylesem? Bir çoğumuzun mutluluğu bir gömü gibi aradığını söylesem? Üstelik karun kadar zengin insanların parayla satın alamadıklarını söylesem? Simyacı gibi, dünyayı dolaşabilirsiniz, başladığınız yerde bulmanız gerektiğini anlamak için. Üretim, mutluluğu üreterek başlar. Ve mutluluğu üretemezsek, sadece dünyayı tüketmeyeceğiz. Her birimiz tükeneceğiz. Üretebileceğimiz yer soluk aldığımız zaman sol tarafımızda atıyor. Sesine kulak verin…

dfgeeree