Unvanınızı Nasıl Alırdınız?
08 Perşembe Eki 2015
Paylaş
Bu sabah işe erkence bir saatte uyanıp gittim. Taksiye binip trafiğe daldığımızda benim de gözüm servis bekleyen çocuklara daldı. Ne çok yarıştık, ne çok sınavlara girdik. Küçücükken başladı rekabetimiz. Uzun soluklu eğitimlerimiz boyunca çok çabaladık. Şu an bakıyorum bulunduğumuz yerlere, konumlarımıza, işlerimize hepimizin bir unvanı oldu. Müdür, direktör, koordinatör, yönetmen, yetkili, uzman, yönetici, müşavir, danışman, süpervizör, ekip lideri, genel müdür yardımcısı, CFO, CEO… Her bir unvan için o kadar emek verdik ki. Kimi zaman hayatımızı adadık. Sevdikleimizle geçireceğimiz saatlerden, çocuğumuza ayıracağımız zamandan, ailemize verdiğimiz sözlerden, tatillerden, haftasonlarından, akşam buluşmalarından, kitaplardan, filmlerden, spordan, yağmurda yürümekten, güneşlenmekten, oksijenden kısaca yaşamaktan ödün verdik. O yüzden de en değerli varlığımız oldu. E tabi en değerli varlığımız olunca bazen adımızı bile söylemeksizin unvanımızla gezinir olduk. Ben “X” Şirketinde Yöneticiyim, şu bölümün ekip lideriyim, şuranın yönetmeniyim, y firmasının genel müdür yardımcısıyım… Kendimizden önemli olmaya başladı unvanlarımız. Çünkü kendimizden ödün verdik sahip olmak için. Daha ötesi var. Karşımızdaki çoğu beyaz yakalının bu tavrını da garipsemiyoruz. Çünkü aynı yolun yolcularıyız. “Aaaa seni bir arkadaşımla tanıştıracağım falanca şirketin CFO’sudur kendisi”, “Sen Berke’yi tanıyor musun, Y’nin Koordinatörü”, “Aslı’yı nasıl tanımazsın marka direktörü hani..”. Asla isimler yok hafızalarımızda. Unvanları hatırlatınca bahsettiğimiz konunun ve kimsenin önemini idrak eder olduk.
Bir gün çok sevdiğim biriyle sohbet ediyordum. Beyaz yakalı olmayan biri. Hayatta herhangi bir unvana sahip olmayan biri… Hatta böyle bir unvana sahip olmadığı için bir çok insan tarafından da sohbet ortamlarında söyledikleri pek dikkate alınmazdı. Bir arkadaşımıza iş arıyor, onun ne kadar üzgün olduğunu konuşuyorduk. Üzülmesine gerek olmadığını, eğitim düzeyinin çok iyi olduğunu, hayatını devam ettirecek parayı her türlü kazanabileceğini anlatmaya çalışıyordu. Ama ona işten ayrıldıktan sonra aynı unvanla aynı statüde bir iş bulmasının zor olmasından bahsettiğimizde bu duruma anlam verememişti. “Neydi ki unvanı” dedi, “direktör” dedim. “Benim kuzenim genel müdür yardımcısı x şirketinde senin arkadaşının unvanından daha mı iyi daha mı kötü bilemem işinize yararsa tanıştırabilirim” dedi. Arkadaşımız bu unvanlara anlam veremeyen arkadaşımızın kuzeninin şirketinde işe başladı. Çok şaşırmıştım. Bu sıralamayı bilmeyen biri. Ben ona uzaylı gibi bakıyordum, o bana uzaylı gibi bakıyordu.
Ne ilginç değil mi hiyerarşik düzenler? Askeriye gibi… Komutan, general, orgeneral… Ne çok unvan… Ne çok emir komuta zinciri var. Aslında sadece görevlerin getirdiği sorumluluk zinciri. Oysa biz artık görev gibi değil, iş gibi değil hayatın kendisi gibi bakıyoruz bu hiyerarşik düzene. Unvanımız birinin üstündeyse biz insan olarak onun üstündeyiz, eşit değiliz, bir kere daha büyük sorumluluklarımız var ve daha önemliyiz. Oysa her görev, her unvan çok saygın ancak saygın olan, söz sahibi olan unvan değil insanın kendisi olmalı. Dünyaya eşit gelmemize, bir çoğumuz demokratik toplumlarda cumhuriyet rejimlerinde yaşamamıza rağmen kendi yarattığımız hiyerarşik düzenlere boyun eğiyor ötesi bu düzenin bir parçası olarak sınıflara, statülere, hiyerarşik gruplara hizmet ediyoruz. Şaşılacak kadar gönüllü köleleriyiz bu durumun. Terfi alıp bir üst tabakaya eriştiğimizde bastıramadığımız mutluluğumuz ve övünç kaynağımıza rağmen tüm özgürlükçü inanışlarda bayrağı taşıdığımızı söyleyebilirim. Gerçi bazen bu kümelerin elemanı olmadan serbest dolaşımda olmak toplumsal olarak da sosyolojik açıdan da ve hayatın gereklilikleri bakımından da bizi bulunduğumuz sınıfların, düzenin bir parçası yapıyor. Yine de insanların unvanlarıyla anılması ne kadar acı. Düşünsenize hiç bir zaman isminiz hatırlanmayacak.
Siz yüzlerce genelmüdür yardımcısı, binlerce direktörden biri olmak yerine kendiniz olun. İşinizde kendiniz olun. Hayatınızda kendiniz olun. Unvanlarınızla değil sıfatlarınızla anılın. Biri sizden “müdür” diye değil, “iyi kalpli”, “yardımsever”, “hayatdolu”, “neşeli”, “pratik”, “üretken” diye bahsetsin. Biri sizi adınızla hatırlasın, unvanınızla değil. Adınızı bile geride bırakacak üst bir ruhsal dinginliğe ve yüceliğe sahip olduysanız yaptığınız işler anılsın, getirdiğiniz güzellikler yaşasın, yarattığınız dünyalar, oluşturduğunuz gelecekler bilinsin. Eşitliği savunmayın. Eşit olun. Eşit görün kendinizi herkesle. Sahip olduğunuz unvanlar, eğitimler, malvarlığınız sizin bir parçanız evet. Ama onlar insanlığın bir parçası değil. İnsanlığın tek parçası, eşit ve vicdanlı olmak. Ve siz bu yüzden bir tek kendiniz olun. Çünkü bu dünyaya gelirken bir tek kendinize sahiptiniz. Giderken de bir tek kendinizi götüreceksiniz.