Dünya nereye gidiyor anlamak mümkün değil. İnsanlar ölüyor, güvenlik nedeni ile toplumsal göçler söz konusu, insanlar ölürken doğa da nasibini alıyor. Toprak kaybı, yeşil alanların ve tarım arazilerinin yok olması, su kaynaklarının kirlenmesi, soluduğumuz havanın zehire dönüşmesi… Günümüz tüketim toplumu, yarının insanlarının sağlıklı yaşam hakkını tüketiyor. Bugün yapılan petrol savaşlarının 50 yıl sonra içme suyu savaşlarına dönmesi, doğal kaynak olan suyun bir emtia olarak borsaya düşmesi, kıtlığın baş göstermesi, elimizde sahip olduğumuz varlıklarını unuttuğumuz veya bir köşede tuttuğumuz her malımızın hiçe dönmesi yarının tablosuna bir bakış gibi. Bize bu tüketim hakkını kazandığımız ve kazanmak için hayatımızı tükettiğimiz o renkli kağtların veriyor olması gerçekten inanılmaz. Kıtlık nedeni ile tarımın yok olduğu, açlığın baş göstereceği anlar geldiğinde renkli kağıtların hangi amaca hizmet edebilecek olacağını düşününce herşey daha trajik bir hal alıyor.

Savaşlar.. İnsanları şehirlerinden, ülkelerinden yani yurtlarından, evlerinden kimi zaman ailelerinden eden savaşlar… Kaçan her insan mazlum. Savaş gibi bir travmadan kurtulmaya çalışırken bir de korunma amacıyla sığınılan yerlerde, ülkelerde trajedileri devam ediyor. Haberlerde izlediğimiz, sokaklarda gördüğümüz savaş mağduru insanlar… Biz onlara “mülteci” diyoruz.

Hukuksal anlamda her mülteci güvenli sığınma hakkına sahiptir. Uluslararası koruma fiziksel güvenlikten fazlasını içerir. Mültecilerin sığındıkları ülkede yasal olarak ikamet eden diğer yabancılara sağlananlarla eşit haklar ve yardım, her bireyin sahip olması gereken temel ihtiyaçlar verilmelidir. Sağlık hizmetlerinden, ulaşım, eğitim hizmetlerinden yararlanabilmelidir. Ayrıca mültecilerin düşünce ve dolaşım özgürlüğü, işkenceye ve onur kırıcı muameleye tabi olmama gibi temel medeni haklardan yararlanmaları gerekir. Müştecilerin de sığındıkları ülkenin yasalarına ve toplumsal kurallarına uymaları gerekir. Yerlesik uluslararasi uygulamaya göre denizde kurtarilan kişilerin bir sonraki limanda gemiden indirilmeleri ve en azından yerleşme inceleme süreci içinde geçici olarak bu ülke tarafından kabul edilmeleri gerekmektedir. Kaçak sığınmacılar hakkında hiçbir bağlayıcı uluslararası sözleşme bulunmamaktadır. Uyruksuzluğu Azaltma Üzerine 1961 Sözleşmesi’ne göre bir kişinin vatandaşlığı ırksal, etnik veya siyasal nedenlerle elinden alınamaz. Sözleşme ayrıca ülke transferi ile ortaya çıkan uyruksuzluğu engellemek için uygulanacak önlemlerin taslağını hazırlamış ve aksi halde uyruksuz kalacak kişilere vatandaşlık verilmesi ile ilgili kuralları koymustur. Sadece 19 ülkenin taraf oldugu 1961 Sözleşmesi’nde belirtilen kuralların bir BM organıi tarafından gözetilmesi karara bağlanmıştır. Böyle bir organ kurulmadıysa da, bu işlevi yerine getirmek görevi BM Genel Kurulu tarafından BMMYK’ne verilmiştir. (3274 XXIX sayılı Karar)

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komitesi Yürütme Komitesi 1994’te uyruksuzluk konusunda çabalarını arttırması için BMMYK’ye tavsiyede bulunmuştur. Bu tavsiye ayrıca 1961 Uyruksuzluğu Azaltma Hakkında Sözleşme ve 1954 Uyruksuz Kişilerin Statülerine İlişkin Sözleşme’ye katılımın arttırılmasına çalışmak, eğitim vermek, konunun boyutları ile ilgili bilgi toplamak gibi görevler içermektedir. Halen devam eden sonuçlandırma çalışmalarına göre dünya üzerindeki uyruksuz insan sayısı yüz binleri bulmaktadir[1].

Gelelim vicdani ve toplumsal boyuta. Gelişmiş ve gelişmekte olan toplumlar bu göçlerden pek haz etmezler. Gelişmiş ülkeler toplumsal dirlik ve düzenin bozulacağından korkarlar. Belirli eğitim seviyeleri, sosyal statüleri vardır. Öte yandan gelişmekte olan ülkeler de rahatsız olurlar. İşsizlik sorunu, sağlık sektörü, eğitim sektöründe sorunlar, milli gelir dağılımında eşitsizlik gibi mücadele edilen bir çok konuya bir konu daha eklenir. Etrafta gezen binlerce farklı toplumdan insan. Onları görmekten rahatsız oluruz. Farklı kültürleri vardır, adapte olamazlar, travma yaşarlar, ne yapacaklarını da bilemezler. Doğru düzgün bir barınma hakkı, şehirlerde eşit dağılım hakkı, korunma hakkı vermezsek, doğru politika ve sistemli bir kabul ediş sunmazsak asimile olurlar, ordan oraya göçer ve adalet duygularından uzaklaşırlar. Rahatsız oluruz ama bu konuyla ilgili herhangi bir şey yapmayız, bu konuya devlet dokunmalıdır. Hukuken de bu durumun ne kadar kabullenilebilir olduğunu bilemeyiz. Aynı şehirde farklı ve dışlanmış gruplar olarak, kimi zaman iğneleyerek, kimi zaman rahatsız bakışları onların üzerine dikerek ifade ederiz kendimizi. Bir çok kimseden de duymuşuzdur “Bunlar geldi, kendimi iyice Orta Doğu ülkesinde hissediyorum” cümlesini.

Bir de mülteci tarafından bakalım olaya. Biri,birileri, ne olduğu anlaşılmaz bir güç, onları yurtlarından etmiştir. Bir şekilde hayatta kalmışlardır. Herşeyi bırakıp ölümün gölgesinden kaçmışlardır. Askerler, bombalar, açlık, yokluk. Herhangi bri gezi seyahati değil onların ki, hem geri dönmek isterler hem döndüklerinde yuvalarını bulamayacaklarını bilirler. Anlamlı bir kucak beklerken dışlayıcı bakışlarla karşılaşırlar. Şanslı olanlar iş bulur, ev kiralar, geçinmeye, çocuklarını okula göndermeye çalışır. Apartmanlarında komşuları, mahallede esnaf, okulda öğrenciler ve kimi zaman öğretmenler rahatsız olur. Hayat sağ tarafından attığı tokatı soldan da sallamaktadır. Sosyal yardımlaşma peşinden koşan bizler onları kendi insanımız olarak görmediğinden bu kimselere yardıma da yanaşmayız.

Şimdi uzaklaşalım, büyük resime odaklanalım. Kaynakları sınırlı bir gezegende iki kolu, iki bacağı, iki gözü olan, aynı biyolojik ihtiyaçlara sahip dağılmış milyonlarca insan. Herkesin çekirdek olarak bir düzen yarattığı ve birlikte bu düzene ayak uyduran toplumlar. Cinsiyetler, ırklar, inanç grupları, milletler, vatandaşlıklar, kıt’a toplulukları, ekonomik ve politik gruplar. Bir taraf huzurla işe giderken, dünyanın öte yanında bir anda savaşlar oluyor. Nedense bu savaşlar bitmek de bilmiyor. Savaşlar bazen farklı ülkelerde suikastler olarak tetikleniyor. Bu savaşların ana amacı kaynağa ulaşmak. “Daha” nın doyumsuzluğu. “Daha Zengin”, “daha güçlü”, “daha büyük”. Dünyayı yönetmek, ülkeleri yönetmek, insanları yönetmek üzerine inanılmaz bir iktidar hırsı. Yaşam süremizin ortalama 70 yıl olduğunu düşünecek olursak, iki bacak,iki göz, iki kola sahip insan türü olarak dünyaya gelmemize ve aynı sonla toprağa dönmemize bu ömür dediğimiz sürede de aynı şeylere ihtiyaç duymamıza rağmen sonunu getiremediğimiz sınıflar, etiketler ile farklılaşıyoruz. Dünyanın bir kısmında çocuklar farklı markaların kotlarına, ayakkabılarına, saatlerine dünyanın diğer tarafında yaşayan çocukların bir aylık yemek parasını ödeyerek sahip oluyor. Dünyanın bir tarafında insanlar evlerinden barklarından ediliyor, ötesi ölüyorken ne uğruna olduğu açıklanamaz şekillerde, dünyanın diğer tarafında giysilerini yırtıp dikkat çekmek için yürüyüş yapıyor, yürüyüşünün sonunda evine gidip sıcak duşunu alıp kahvesine içerek akıllı telefonundan sosyal medyada insanların paylaşımlarına yorumlar yaparak uykuya dalıyor. Ama bu yürüyüşlere katılmak da bir farkındalık, varlıklarını-haksızlıkları kabul anlamında. Bir de bu durumu haksızlık olarak görmekten, duymaktan uzak pembe dizi insanları ya da gözlerini kulaklarını kapayan sadece kendi hayat savaşına kendisini adamış, hayatın tüm zorluklarına sadece kendisinin mücadele ettiğine inanan bireyler. Tam bir kaos. Kendimizden uzaklaşıyoruz. İnsan hakları çekirdeğindeki insanlıktan kopan bireylerle yaşıyoruz. Sınırsız ve sınıfsız toplumlara ihtiyacımız var barış için. Etnik, dini, milli varlıklarımız kim olduğumuzun göstergesi. Tarihlerimiz, mücadelelelerimizin kanıtları. Ama bunların özünde insan olduğumuz gerçeği ile hayatımıza barış getirelim. Birbirimizin yaralarını saralım. Çünkü evinden barkından kopan o çocuğun savaşının altında bizim de dahil olduğumuz para ve kaynak hırsı var. Silah ticareti, insan ticareti ve değeri para olmayan ama bedeli insan olan ölüm gerçeği. Barışa ihtiyacımız var. Barışa ihtiyaç duyan o toplumların bize sığınan insanlarının kucaklanmaya da ihtiyaçları var. Onların seçimi değildi savaşın ortasında kalmak. Oysa bugün empati kurmak, kucak açmak bizim için bir seçim. Çünkü o mülteci çocuğun çizdiği reimlerde evi ve ailesi olmalı, çünkü o resimlerde helikopterler, savaşlar, bombalar olmamalı. Çünkü o çocuk bizim de çocuğumuz olabilirdi.

 

[1] http://www.unhcr.org.tr/

IMG-20150929-WA0015